top of page
Kişisel günlük

Keşfedeceğiniz eşsiz içerikler sunan Tahayyül Akademi platformuna hoş geldiniz. Tahayyül ne demek ?, içeriğinde neler gizli ? öğrenmek istiyorsanız bizi ziyaret edin. Eğitim, kitap analizi, alıntılar ve kültür içerikli yazılarımıza şimdi göz atmaya ne dersiniz ?. Tahayyül Akademi hayatımıza başka bir anlam kattı, çünkü tutkularımızı ve düşüncelerimizi sadık okuyucularımızla paylaşmaktan keyif alıyoruz. Okuyun ve tadını çıkarın. www.tahayyulakademi.com

  • Instagram
  • Twitter
Ana Sayfa: Hoş Geldiniz

Peygamber Efendimiz (sav) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor: "Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların emin olduğu kişidir." Bir Müslüman'ın başka bir Müslüman'ın dilinden ve elinden emin olması ne demektir? Dilinden emin olması: Müslüman kardeşine zarar verecek her türlü kötülükten sakınması, yalan söylememesi, iftira atmaması, onu üzecek sözlerden sakınıp nazik bir dil kullanması, onun arkasından onu üzecek sözleri sarf etmemesi, gıybet etmemesi, kusurlarını örtüp hatalarını açığa çıkarmaması ve daha birçok dil ile işlenen kötü fiil ve sözlerden sakınmasıdır.

Elinden emin olması; Müslüman kardeşinin malına zarar vermemesi, onların hakkına girmekten sakınması, onun emanetine gözü gibi bakması, ona hiçbir şekilde zarar vermemesi, onun her türlü ihtiyacını gidermesi, onu koruyup gözetmesi ve sahip çıkmasıdır.


Şimdi Gazze'de aylardır devam eden soykırımı, açlığı düşündüğümüz zaman Hadis-i Şerifte bahsedilen durum bizim halimizle ne kadar bağdaşıyor? Elimizle ve dilimizle onların güvende olmasını sağlayabiliyor muyuz? Bu zulmü duyurabiliyor muyuz? Gazze; dualarımızda, gündemimizde ne kadar yer alıyor? Zalimlerin, onlara destek olanların ürünlerini boykot edebiliyor muyuz? Zulme ortak olmaktan sakınabiliyor muyuz? Boykot çağrısı yapabiliyor muyuz? Müslüman, Müslüman kardeşine sahip çıkabiliyor mu? Biz Müslümanlar, dilimizden ve elimizden Müslüman kardeşlerimizin gerçekten emin olduğu kimseler miyiz? Müslümanların dertleriyle dertlenebiliyor muyuz? Değerli şairimiz Cahit Zarifoğlu "Kudüs... Bir sınav kağıdı her Mü'min kulun önünde" diyor. Biz bu sınav kâğıdını nasıl dolduruyoruz, ne kadar dolduruyoruz? Bu imtihandan geçebilecek miyiz?


Peygamber Efendimiz (sav) yine bir Hadis-i Şerifi'nde "Dünyanın bir ucundaki Müslüman'ın ayağına diken batsa diğer ucundaki Müslüman onun acısını yüreğinde hissetmezse gerçek manada iman etmiş sayılmaz." buyuruyor. Biz hissedebiliyor muyuz yüreğimizde onların çektiği acıları? Oysaki "Müslümanlar kardeştir." ayeti gereğince dünyanın neresinde olursa olsun acıyı paylaşmak, dertlenmek, acının dinmesi için bir şeyler yapmak her Müslüman'ın sorumluluğudur. Rabbimiz bize bu sorumluluğu hakkıyla yerine getirebilmeyi nasip eylesin, en kısa zamanda Kudüs'e ve tüm Ümmet-i Muhammed'e hayırlı, kutlu zaferler ihsan eylesin. "Kudüs duruşu şuurdur, bizdeki eksiklik Kudüssüzlük'tür.



İnsan doğduğu, yaşadığı döneme, ülkeye, şehre, mahalleye, sokağa ve hatta eve göre şekillenir. Hepimizin bildiği gibi ilk eğitim ailede başlar. Bizi büyütenler ve öğretmenlerimiz benliğimizin tohumlarını ekerler. Peki sulamak? İşte o bizim işimizdir. Bu noktada inançlarımız girer devreye.

Kişi inançları çerçevesinde var olur ya da olmalıdır.

İnancımız bize “dürüst ol” der mesela. Kendi doğrularınla yaşa, sosyal hayattan dışlanma korkusuyla yönünü değiştirme, kalabalıklarda da doğruna sadık ol!

Sev der. İnsanı yaratandan ötürü sev. Eksikleriyle sev, olduğu gibi sev.

Kibirden uzak dur, böbürlenme!

Vakur ol, darda sıkıntıda da olsan çizgini bozma!

Yardımda yarış, hayırda yarış, dünyanın güzelliklerine kanma!

Cömert ol, istenmesini bekleme, infak ederken gözden çıkardıklarını değil en değerlini verecek kadar cesur ve merhametli ol.

Komşun açsa sen tok yatma!

İnançlarımız dahasını da der, iyi insan olmak adına ne varsa fısıldar kulağımıza. Önemli olan ne kadar duyduğumuzdur. Karakter inşamıza ne kadar tuğla koyabildiğimizdir esas olan. İdealize ettiğimiz ile olduğumuz kişilik arasındaki fark yaşam doyumunu belirler. Fark açıldıkça depresifleşir şahsiyetimizden uzaklaşırız. Yoksa var olmak kolay, mühim olan karakterle var olmak.

Güncelleme tarihi: 1 Şub 2024

Osmanlı Devleti, Osman Bey tarafından kurulmuş bir İslam Devletidir. Resmi dili Osmanlı Türkçesidir, Anayurdu Orta Asya’dan gelen Türklerin kurduğu son devlet Osmanlı Devletidir.

Osmanlı deyince akla; dürüstlük, merhamet, edep, adap, sanat, hayırsever, medeni, nazik ve saygı kavramları gelir.

Osmanlı şanını, bu yiğitleri yetiştiren analara borçludur. Bu cengaverlerin ilk eğitimi annedeki edep, adap ve haya ile başlar. Osmanlı anneleri kendini yetiştirmiş, İslam üzere yaşamış ve böyle büyütmüş çocuklarını ama bizler şimdi zaman ne gösterdi ise modernlik adı altında büyütüyoruz evlatlarımızı. Oysa bize verilen örneklere baksak daha kaliteli nesiller ortaya çıkardı. Bizler büyüklerimize olan saygımızı kaybettik onların düşünceleri bize geri kafalılık düşüncesine kaptırdı. Oysa ecdat atalarından öğrenmiş her şeyi. İşin özü İslam terbiyesi üzerine yetiştirmekten çıkıp el ne der davası, makam­-mevki sevdası olmuştur. Bu durumu düzeltmek için öncelikle kendimizi düzeltip örneklik temsil etmeliyiz yani ‘’adam gibi çocuk yetiştirmek’’ için ilk önce iğneyi kendimize batırmalıyız. Çocuk ne görürse kendine nakış nakış onu işler.  


Hiç şüphesiz Şehzade Mehmet’in kulağına peygamber (a.s) müjdesini ilk fısıldayan annesidir. Hüma Hatun oğlunu karnında taşımaya başladığı andan itibaren sünnet terbiyesi vermiş, abdestsiz yere basmamış, evladını besmelesiz emzirmemiştir. Keza Fatih Sultan Mehmet Han’ın babası 2.Murat’da oğlunu ilim meclislerine götürmüş elinden tutup her baba gibi oyunlar oynamış, türbelere, medreselere, camilere götürmüş, alimlerle tanıştırıp feyzlenmesini sağlamıştır.


Osmanlı Camii Süsleme Sanatı
Osmanlı ve sanat / Tahayyül Akademi

             

Bir ev düşününki hiçbir sabah namazını kazaya bırakmayan iyilik ve hayr konuşulan. Bir ev düşünün devrin en muttaki en kabiliyetli alimleriyle dolup taşıyor; mantık ilminden, matematik ilmine, tarihten dünya siyasetine kadar çok şey bir arada konuşuluyor işte bu ev Fatih Sultan Mehmet Han’ın yetiştirildiği evdir.   

Osmanlı da çocuklara bir birey muamelesi yapılmaktadır. Onlara selam alıp selam verildi, ki böylece güvenleri ve kişilikleri saygı görsün. Bizler ise şimdiler de sen küçüksün sen bilemezsin gibi tavırlar sergiliyoruz varın gerisini siz düşünün.


Osmanlı’da sanat vardı bireyler bu yönde ilerler adım atar mimari yapılar, camiler, ebru sanatı, hat sanatı, çeşmibülbüller vardı. Sanat bile İslam üzerine yapılmıştı. Yani biraz açarsak heykeller ve yapma bebekler gibi insanların putlaştırılacak dinden çıkartacak şeylerden uzak durmuştur. Osmanlıda hayat yardımlaşma, batıda ise mücadele (savaş) olmuştur.


Evet Osmanlı da roman yok ama onun yerine dört bin yıl öncecisinden başlayarak eski günümüze taşıyan destanlar ve masallarımız var. Hayatın aktığı yaşanmış kıssalar ve menkıbelerimiz var bize örnek teşkil etmişler ve etmeye de devam ediyorlar.

O zaman diyebiliriz ki: Osmanlı’da ‘’beşikten mezara kadar ilim’’ emrine uygun olarak, sanatı beşikten mezara kadar bütün hayata yaymış, sanata kendi hayat ve edebiyat yaşantısını yansıtmıştır. Bu idrak olmasaydı hala kullanılabilir durumda bunca tarihi eser bize miras kalır mıydı? Bilinenin aksine Osmanlı’nın hayatı her noktasıyla sanattır.


Başka bir konu olan ‘’heykellere’’ tekrar değinecek olursak Hz. Peygamber putperest bir topluma Peygamber olarak gönderilmiş, ilk olarak da putlardan kurtulup tevhit inancını topluma kazandırmayı yeğlemiştir. Hatta Kur’an Mekki ve Medeni iki bölüm olarak anlatılmıştır. İşte ilk olarak anlatılan Mekki dönem bu dönemdir. İlk aşama olduğu için bireysel olarak ele alınmış, indirilen ayetler insanlara ahlak mesajları vermiş, bilinç ve şuur kazandırmaya çalışılmıştır.

Medeni dönemde ise topluma, toplum içinde nasıl yaşanmasını gerektiği öğretilmiştir. Özellikle devlet hak ve hukuk konuları ele alınmıştır. Peygamberlik gönderildiği zaman da putperestliğe ilgi duyulacak her türlü etkenden uzak durmaya çalışılmıştır. Bu sebeple resim ve heykele yönelik çok katı bir tutum takınılmıştır.


İbn-i Abbas (r.a)’ın rivayetine göre, Resulullah Efendimiz şöyle buyurmuştur:

’’Kim dünyada bir canlı resim yaparsa, kıyamet günü yaptığı o resme can vermeye zorlanır. O ise, (resme) asla can veremez.’’

İşte Osmanlı’nın davası ve yaşam gayesi İlay-ı Kelimetullah olmuştur. Bunun üzerine yaşamış ve şehadet şerbetini bu dava üzerine içmişlerdir.  


Şeyh Edabalı’nın da dediği gibi:

’’Tarihini bilmeyen geleceğini bilemez. Geçmişini iyi bil ki geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.’’ Bizler kulaktan duyma batının bize dizilerde filmlerde anlatılana inanmamalıyız araştırmalıyız ki bilelim bildirelim.

Akademimize katıldığınız için teşekkür ederiz!

İLETIŞIM

  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

Üniversite kampüsü

©2021, tahayyülakademi tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page