top of page
Kişisel günlük

Keşfedeceğiniz eşsiz içerikler sunan Tahayyül Akademi platformuna hoş geldiniz. Tahayyül ne demek ?, içeriğinde neler gizli ? öğrenmek istiyorsanız bizi ziyaret edin. Eğitim, kitap analizi, alıntılar ve kültür içerikli yazılarımıza şimdi göz atmaya ne dersiniz ?. Tahayyül Akademi hayatımıza başka bir anlam kattı, çünkü tutkularımızı ve düşüncelerimizi sadık okuyucularımızla paylaşmaktan keyif alıyoruz. Okuyun ve tadını çıkarın. www.tahayyulakademi.com

  • Instagram
  • Twitter
Ana Sayfa: Hoş Geldiniz

Yüreğim burkuldu, sanki bütün olanların tek suçlusu benim, ben bir hiçim, hiçliğin içinde bir hiç.

Neden inanmıyorlar bu hiçliğe?

Oysa insanın özü kabul eder, özünde vardır o inanç.

Amacı ne, inancın yokluğunun iddia edilmesinin?

Hep aynı bahaneler kendi ihtiraslarının haklılığı için.

Nerede kaldı senin ruhun !

İstemesen de var kalbin !

Hiç mi acımıyor için !

Bir buğday tanesi kadar da mı kalmadı kalbinde beyazlık?

Bu beyazlık bitip tükenir mi ki?

Tükenmez ise o beyazlığı bulun artık !

Ruhunuzun feryadını duyun artık !

Sizin ruhunuza ben ağlıyorum.

Belki bu ağlamalar kalbinizin kirini az da olsa yıkar,

Gördüğünüz için değil bu ağlamaları

Çünkü göremez ruhu olmayan onları.

Belki gözden akan merhamet, gönülden edilen dua ruhunuza dokunur.



Güncelleme tarihi: 1 Şub 2024

Osmanlı Devleti, Osman Bey tarafından kurulmuş bir İslam Devletidir. Resmi dili Osmanlı Türkçesidir, Anayurdu Orta Asya’dan gelen Türklerin kurduğu son devlet Osmanlı Devletidir.

Osmanlı deyince akla; dürüstlük, merhamet, edep, adap, sanat, hayırsever, medeni, nazik ve saygı kavramları gelir.

Osmanlı şanını, bu yiğitleri yetiştiren analara borçludur. Bu cengaverlerin ilk eğitimi annedeki edep, adap ve haya ile başlar. Osmanlı anneleri kendini yetiştirmiş, İslam üzere yaşamış ve böyle büyütmüş çocuklarını ama bizler şimdi zaman ne gösterdi ise modernlik adı altında büyütüyoruz evlatlarımızı. Oysa bize verilen örneklere baksak daha kaliteli nesiller ortaya çıkardı. Bizler büyüklerimize olan saygımızı kaybettik onların düşünceleri bize geri kafalılık düşüncesine kaptırdı. Oysa ecdat atalarından öğrenmiş her şeyi. İşin özü İslam terbiyesi üzerine yetiştirmekten çıkıp el ne der davası, makam­-mevki sevdası olmuştur. Bu durumu düzeltmek için öncelikle kendimizi düzeltip örneklik temsil etmeliyiz yani ‘’adam gibi çocuk yetiştirmek’’ için ilk önce iğneyi kendimize batırmalıyız. Çocuk ne görürse kendine nakış nakış onu işler.  


Hiç şüphesiz Şehzade Mehmet’in kulağına peygamber (a.s) müjdesini ilk fısıldayan annesidir. Hüma Hatun oğlunu karnında taşımaya başladığı andan itibaren sünnet terbiyesi vermiş, abdestsiz yere basmamış, evladını besmelesiz emzirmemiştir. Keza Fatih Sultan Mehmet Han’ın babası 2.Murat’da oğlunu ilim meclislerine götürmüş elinden tutup her baba gibi oyunlar oynamış, türbelere, medreselere, camilere götürmüş, alimlerle tanıştırıp feyzlenmesini sağlamıştır.


Osmanlı Camii Süsleme Sanatı
Osmanlı ve sanat / Tahayyül Akademi

             

Bir ev düşününki hiçbir sabah namazını kazaya bırakmayan iyilik ve hayr konuşulan. Bir ev düşünün devrin en muttaki en kabiliyetli alimleriyle dolup taşıyor; mantık ilminden, matematik ilmine, tarihten dünya siyasetine kadar çok şey bir arada konuşuluyor işte bu ev Fatih Sultan Mehmet Han’ın yetiştirildiği evdir.   

Osmanlı da çocuklara bir birey muamelesi yapılmaktadır. Onlara selam alıp selam verildi, ki böylece güvenleri ve kişilikleri saygı görsün. Bizler ise şimdiler de sen küçüksün sen bilemezsin gibi tavırlar sergiliyoruz varın gerisini siz düşünün.


Osmanlı’da sanat vardı bireyler bu yönde ilerler adım atar mimari yapılar, camiler, ebru sanatı, hat sanatı, çeşmibülbüller vardı. Sanat bile İslam üzerine yapılmıştı. Yani biraz açarsak heykeller ve yapma bebekler gibi insanların putlaştırılacak dinden çıkartacak şeylerden uzak durmuştur. Osmanlıda hayat yardımlaşma, batıda ise mücadele (savaş) olmuştur.


Evet Osmanlı da roman yok ama onun yerine dört bin yıl öncecisinden başlayarak eski günümüze taşıyan destanlar ve masallarımız var. Hayatın aktığı yaşanmış kıssalar ve menkıbelerimiz var bize örnek teşkil etmişler ve etmeye de devam ediyorlar.

O zaman diyebiliriz ki: Osmanlı’da ‘’beşikten mezara kadar ilim’’ emrine uygun olarak, sanatı beşikten mezara kadar bütün hayata yaymış, sanata kendi hayat ve edebiyat yaşantısını yansıtmıştır. Bu idrak olmasaydı hala kullanılabilir durumda bunca tarihi eser bize miras kalır mıydı? Bilinenin aksine Osmanlı’nın hayatı her noktasıyla sanattır.


Başka bir konu olan ‘’heykellere’’ tekrar değinecek olursak Hz. Peygamber putperest bir topluma Peygamber olarak gönderilmiş, ilk olarak da putlardan kurtulup tevhit inancını topluma kazandırmayı yeğlemiştir. Hatta Kur’an Mekki ve Medeni iki bölüm olarak anlatılmıştır. İşte ilk olarak anlatılan Mekki dönem bu dönemdir. İlk aşama olduğu için bireysel olarak ele alınmış, indirilen ayetler insanlara ahlak mesajları vermiş, bilinç ve şuur kazandırmaya çalışılmıştır.

Medeni dönemde ise topluma, toplum içinde nasıl yaşanmasını gerektiği öğretilmiştir. Özellikle devlet hak ve hukuk konuları ele alınmıştır. Peygamberlik gönderildiği zaman da putperestliğe ilgi duyulacak her türlü etkenden uzak durmaya çalışılmıştır. Bu sebeple resim ve heykele yönelik çok katı bir tutum takınılmıştır.


İbn-i Abbas (r.a)’ın rivayetine göre, Resulullah Efendimiz şöyle buyurmuştur:

’’Kim dünyada bir canlı resim yaparsa, kıyamet günü yaptığı o resme can vermeye zorlanır. O ise, (resme) asla can veremez.’’

İşte Osmanlı’nın davası ve yaşam gayesi İlay-ı Kelimetullah olmuştur. Bunun üzerine yaşamış ve şehadet şerbetini bu dava üzerine içmişlerdir.  


Şeyh Edabalı’nın da dediği gibi:

’’Tarihini bilmeyen geleceğini bilemez. Geçmişini iyi bil ki geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.’’ Bizler kulaktan duyma batının bize dizilerde filmlerde anlatılana inanmamalıyız araştırmalıyız ki bilelim bildirelim.

Sözde güzellik kalıplarının arasına sıkışmış bir şekilde hayata tutunmaya çalışıyoruz. İyi olanı ölçmek için beğeni (like) sayılarımızı yarıştırıp bütün mahremiyetimizi gözler önüne seriyoruz. Eğer fazla izlenmediysek medya deyimiyle reytingimiz yüksek değilse bizden eziği yok gözüyle bakıyoruz kendimize. Bazıları var ki izlenme sevdası ile kamera karşısında yapmadığı 'maymunluk' kalmıyor. Peki sonra ?

Sonra ne elde ediyoruz?



Ben söyleyeyim: Kendini başkalarının beğeni ve iltifatlarına göre yargılayan bir bireye dönüşüyoruz. Yetmedi kendimizden, karakterimizden taviz veriyoruz. Benliğimizi yitiriyoruz. Unutmayın hiç bir insan mükemmel değildir. Şayet öyle olsaydı Rabbimiz Cennet ve Cehennemi yaratmaz biz kullarını sınamazdı. Hiç günah işlemeyen peygamberimizin (sav) küçük zellelerinden Yüce Kitabımızda bahsetmezdi. Bunlar biz ibret alalım diye var. Şunu iyi bilelim; sosyal mecralarda gördüğümüz videoların arka planını, dekorunu, hangi şart ve imkanlarla oluştuğunu bilmiyoruz. O evin, o eşyanın vb. şeylerin o kişiye ait olduğunun garantisini bile veremeyiz. Şayet öyleyse bir Müslüman olarak bize o kardeşimiz için sevinmek düşer. Kendinizi "sosyal algılar" ile değil "kendi başarınız" ile kıyaslayın.

Son olarak yaratılmışlar içinde en şerefli kılınan siz insanlara bir alıntı bırakarak sözü noktalıyorum.


“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”


•“Ey insanevladı! Kendine saygıyla/hürmetle yaklaş; çünkü sen kâinatta yaratılmışların özü/göz bebeği olan insansın.”

Şeyh Galip



Akademimize katıldığınız için teşekkür ederiz!

İLETIŞIM

  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

Üniversite kampüsü

©2021, tahayyülakademi tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page